
Değişimi Anlamak (2010) (23)
Günümüzde ekonomide, teknolojide, demografide, siyasette, felsefede önemli değişiklikler yaşanıyor. Özellikle bilginin odak haline geldiği teknolojik devrim; insanlığı radikal bir değişime uğratıyor, hem de sanayi toplumundan çok ötesinde. Sanayi devrimi, nasıl sanayi toplumu ve ona uygun bir yönetim anlayışını ortaya çıkardıysa, şimdi de bilgi devrimi bilgi toplumunu ve ona uygun yönetim anlayışını yaratıyor.
Türkiye'nin demokrasiye geçişi 1946 genel seçimleri ile başlar. Bunca zaman geçmesine karşın demokrasisi hala sorunludur ve ulaşmaya çalıştığımız ileri temsili demokrasilerin çok gerisindedir. Ergun Özbudun demokrasinin pekişmesini tanımlarken; çoğunluğun demokratik değerleri benimsemesini ya da demokratik kurumların meşruluğu ile serbest ve rekabetçi seçimlere yönelik bir tehdidin olmamasını, genel olarak, yeterli görür.
1. ÖNSÖZ
2. SOSYAL DEMOKRASİ VE ÇAĞIMIZDAKİ ANLAMI
3. FARKLILIKLARLA BİRARADA YAŞAMAK
11. POSTMODERNİTENİN YÜKSELİŞİ
12. SOSYAL SERMAYE OLARAK “GÜVEN”
13. POST MODERN SÜREÇTE DİN VE DEMOKRASİ
15. DÜNYADAKİ DÖNÜŞÜMÜN NERESİNDEYİZ?
16. YERELLEŞME YA DA YERİNDEN YÖNETİM
17. TOPLUMSAL EŞİTLİK VE ADALET
19. VATANDAŞLIK VE BİREYSELLEŞME
Küreselleşme demokrasi ve insan hakları gibi değerleri tüm dünyaya yayıyor. Bireylerin düşüncelerini denetlemeye çalışan siyasal rejimler bu süreçte zayıflıyorlar, meşruiyetlerini kaybediyorlar. Çünkü hem ulusal, hem de küresel düzeyde dile getirilen insan haklarına dayalı demokratik yönetim taleplerine karşı koymak mümkün değil.
Özgürlük alanı; devletin bireylerle olan ilişkisi, devlet iktidarının sınırları, vatandaş hakları, devletin yükümlülükleri, demokrasinin işlerliği, hukukun üstünlüğü gibi alanlar hakkında fikir verir. Özgürlük alanının boyutları, toplumsal düzeni sağlamada demokrasiye verilen yer ana tartışma konularıdır. Siyasal sistem, sosyal yaşam ve kimlik tartışmaları bu süreçte öne çıkmaktadır.
“Vatandaşlık”, Fransız İhtilali ile birlikte gelişmiş bir kavram olup, kırsaldan kent merkezlerine göçle doğrudan ilişkilidir. Çünkü, 18.yüzyılda, bireysel özgürlüklerin sergilendiği yerler feodal hiyerarşik yapıların yıkıldığı kent merkezleridir. “Vatandaşlık” kavramı, feodal ilişkilerin yerini kapitalist sözleşmeye bıraktığı süreçte temel belirleyicidir. Ancak günümüzün küreselleşen dünyasında, vatandaşlık kavramının yeniden gözden geçirildiğini ve ulus devletin dışında ele alınmaya başlandığını görüyoruz.
Siyasetçilerin yeterince dürüst, sorumlu olmadığına dair yaygın bir kanaat var. Kısacası ortada tartışılması gereken bir ahlak sorunundan söz edebiliriz. Bu ise; davranışları yönlendiren değerlerin, normların sorgulanmasını gerekli kılıyor. İlginç olan; siyasal ahlakın bozulduğu düşüncesi giderek taraftar bulurken, toplumun bu ahlaki erozyona tepkisinin azaldığı, dahası tepkisizleştiği görülüyor.
Küreselleşme sürecinde rol ve görevlerin değişim geçirdiği bir süreçten geçiyoruz. “Yeniden yapılanma” olarak tanımlanan bu süreçte; devlet yapısındaki değişimin, toplumsal eşitliği ve adaleti nasıl etkileyeceği yoğun biçimde tartışılıyor. Günümüzde mekan ulusal olmaktan çıkmış, küresel boyut kazanmıştır. Ulus üstü kuruluşlar öne çıkmaktadır ve ulus devletlerin üstlendikleri rol, giderek “daha sınırlı” hale gelmektedir. Bu süreçte radikal değişimler söz konusudur, 70 yıllık devlet- toplum yapılanmaları yıkılmak ve yeniden yapılanmak durumundadır. David Harvey’ in ifadesiyle; “Küreselleşme sürecindeki zaman ve mekan sıkışması sürekli artmakta, ulus devletler aşınmakta, ekonomik faaliyetler ulus ötesi kuruluşların kontrolüne girmektedir. Hukuk alanında da faaliyetlerin, benzer biçimde ulus üstü kuruluşlara devredilmesi eğilimi söz konusudur.”
Hızla değişen dünyada; “küreselleşme” ve “yerelleşme” aynı anda yaşanıyor, ülkeler siyasal ve ekonomik bütünleşmeye giderken yerel yönetimlerin önemi her geçen gün artıyor. Toplumsal, siyasal ve ekonomik gelişmeler; kurumları değişime, gelişime zorluyor, bu süreçte “iyileştirme” ve “yenileştirme” kavramları sıklıkla kullanılıyor. “Yerelleşme” ile merkezi yönetim sistemlerinin daha etkin, daha verimli hale getirilmesi ve hizmet kalitesinin yükseltilmesi hedefleniyor. Kamusal hizmetlerin daha etkili, daha hızlı ve daha ucuz olarak sunulabilmesi ise, merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasındaki görev ve yetki paylaşımının yeniden düzenlenmesini gerektiriyor.
Sanayi uygarlığı hüküm sürdüğü son 300 yılda dünyada radikal değişimler yarattı, şimdi ise yerini Alvin Toffler’ın “Üçüncü Dalga” diye tanımladığı yeni bir uygarlığa bırakıyor. Bu uygarlık sanayi toplumundan çok farklı ve yalnız ileri düzeyde sanayileşmiş toplumları değil, yarattığı küreselleşme süreci ile tüm dünyayı etkiliyor. Türkiye’nin hedefi olan “çağdaş uygarlık” bu bağlamda yeniden ele alınmak durumundadır. Çünkü günümüzde sanayileşme gerek üretim gerekse istihdam açısından önemini her geçen gün kaybetmektedir. Bilgi işlem teknolojileri hizmet sektörünün payını sürekli arttırmakta; bunun sonucu meslekler, sosyal örgütlenmeler, değerler değişime uğramaktadır. Bu süreçte geleneklerine bağlı Türkiye’nin iç dinamiklerinde bir kopuş yaşaması kaçınılmazdır, zaten yapısal değişimin sancılarını her alanda yaşıyoruz.
More...
Türkiye’de demokrasi ve sivil toplum kavramları yıllardır çok kullanılıyor. Nedenini sorguladığımızda karşımıza güçlü devlet geleneği çıkıyor. Osmanlı döneminde devlet- toplum ilişkilerinde yaşanan gerilimin, Cumhuriyet döneminde de azalmadığını görüyoruz. Bu süreçte; pozitivizmden beslenen “otoriter modernizm” ve onun yarattığı “transandantal (dünyevi olmayan) devlet” anlayışının, devlet-toplum ilişkilerindeki gerilimi devam ettirdiğini söyleyebiliriz. Çok partili döneme geldiğimizde ise, “devlet” in bulunduğu merkezde yaşanan parçalanma sonucu “toplum” öne çıkmaya başlıyor.
Bilgi ve iletişim teknolojilerinin büyük sıçrama yaptığı ve sanayi sonrası toplum modelinin ortaya çıktığı 1980’lerde din büyük bir güç kazanmaya başladı. Özellikle İslamiyet siyasal ve sosyal bir güce ulaştı. Dinin günlük hayata girişiyle, hem siyasal, hem de sosyal düşünce derinden etkilendi. Gelenek, kimlik, aidiyet, cemaatçilik gibi kavramlar post modern süreçte hareketlendi ve yeniden ele alındı. Bu süreçte din, özellikle de İslam post modern bir oluşum olarak gündelik hayatımıza giderek etkin bir yere sahip oldu.
1990’ların başlarında, bilgi ve iletişim teknolojilerindeki büyük sıçrama sonucu, bilgi tekelleri yıkıldı ve herkesin bilgiye ulaşabilmesi çok kolay hale geldi. Gelecek bilimcilere göre bu teknolojik devrim, yakın zamanda siyasal, ekonomik ve sosyal hiyerarşik yapıların tümünü sonlandıracak. Geleneksel yapıların tepesinde yer alanların kontrol ettiği ve güç anlamına gelen bilgi, çağdaş iletişim teknolojileri sonucu artık kimsenin tekelinde değil. Sonuç olarak; günümüzde güç, hiyerarşilerin aşağısına doğru kayıyor, bunun sonucu olarak da otoriter yapıdaki organizasyonların değişimleri kaçınılmaz hale geliyor ve merkezin tüm engellemelerine karşın insanlar özgürleşiyor.
Bütün dünyada inanılmaz bir değişim yaşıyoruz. Ekonomiden siyasete; devlet yönetiminden şirket yönetimine; değerlerden inançlara kadar her şey değişiyor. Yaşanan “Bilgi Çağı”nda, modern toplumdan post-modern topluma geçiş söz konusu. Benimsenen yeni ilkeler ve yükselen yeni değerler toplumları geleneksel değerlerden kopmaya ve değişime zorluyor. Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki baş döndürücü gelişmeler ve sibernetik devrim, ülkeleri, diğer toplumlardaki gelişmelerden anında haberdar ediyor; bunun sonucu olarak da değişim talepleri giderek artıyor.